Kendi Başına Olmak: Yalnızlığın Psikodinamik Kökenleri
İngilizcede yalnızlığı tarif etmede kullanılan ‘alone’ tek başına olmayı, kendi başına olmayı ‘loneliness’ ise hissedilen yalnızlığı ifade etmektedir. Tek başına olmak, kendi başına olmak; yalnız hissetmek anlamına gelmemektedir. Tek başına olan bireylerin kendileri yalnız hissetmediklerini belirtmeleri gibi, birçok sosyal teması olan bireyler de ilişkilerinin koptuğunu ve yalnız hissettiklerini belirtebilir. {Hawkley, 2010 #3}
Yalnızlığı açıklamaya yönelik birçok yaklaşım bulunmaktadır:
- Psikodinamik yaklaşım
- Varoluşçu yaklaşım
- Birey merkezli yaklaşım
- Bilişsel yaklaşım
- Evrimsel yaklaşım
Farklı kuramcılar yalnızlığın farklı türleri olduğunu öne sürmektedir:
- Duygusal ve sosyal yalnızlık
- Geçici, durumsal ve kronik yalnızlık
- Kişiler arası, kişinin kendi içinde ve varoluşsal yalnızlık
- Yalnızlık araştırmacıları şu üç konuda hem fikirdir:
Yalnızlık, kişinin sosyal ilişkilerinde bir eksiklikten kaynaklanmaktadır. Bireyin mevcut sosyal ilişkileriyle, sosyal ilişkilere dair ihtiyaç ve istekleri arasında bir fark bulunmaktadır. Yalnızlık öznel bir deneyimdir, sosyal izolasyon ile aynı anlama gelmemektedir. Yalnızlık deneyimi, rahatsız edicidir.
Yalnızlık olgusuna psikodinamik bakış
Freud’un doğrudan yalnızlık ile ilgili çalışmaları bulunmamaktadır. Çocukluk anksiyetesi, yabansı/tekinsiz, yalnızlık fobisi kavramları işlenirken, yalnızlığa değinmektedir. Yalnızlık yaşantısı ve yalnızlığa verilen tepkiler, yetişkinde varlığını sürdüren çocuksu anksiyeteler bağlamında ele alınabilmektedir.
Yalnızlığı bebeklik yaşantılarıyla açıklamaya yönelen kuramcılar, erken dönem anne bebek ilişkilerinin önemini vurgulamaktadır. Zilboorg, sizin için özel olan birini özlemek gibi kısa süreli ve normal bir durum olarak tanımladığı tek başınalığı, yalnızlık kavramından ayırmıştır. Yalnızlığı narsisizm, megalomani ve düşmanlığın görülebileceği uzun süreli bir yaşantı olduğunu belirtmekte ve nedenlerinin bebekliğin erken dönemlerinde aranması gerektiğini öne sürmektedir. Sullivan, bebeğin fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanması için bir başkasına ihtiyaç duyduğunu ve bu durumun, fizyolojik ihtiyaçları kişiler arası ihtiyaçlara dönüştürdüğünü belirtmektedir. Bebek doğduğu anda var olan bu ilişki içinde olma ve yakınlık ihtiyacı, hayatın her döneminde devam etmektedir. Bu ihtiyaç çocukluk ve ergenlik dönemlerinde arkadaşlar ve yakın arkadaşlar ile yetişkinlikte ise seçilen eş ve kazanılan sosyal statü ile karşılanmaktadır. Bu ihtiyaçların karşılanmaması yalnızlığa neden olmaktadır. Fromm-Reichmann’a göre ise erken dönem anne bebek ilişkisinde, bebeğin yaşayabileceği çaresiz yalnızlık dönemleri, psikotik durumlara neden olabilmektedir.
Erken dönem bebeklik yaşantılarının önemini vurgulayan kuramcıların yanı sıra yetişkinlik yaşantılarının önemini vurgulayan kuramcılar da bulunmaktadır. Erikson’ın sekiz psikososyal gelişim döneminden oluşan kuramının genç yetişkinlik dönemi kapsayan ‘yakınlığa karşı yalıtılmışlık’ döneminde yakın arkadaş, eş, meslek seçimleri gerçekleşmektedir. Geçici hevesler yerine gerçekçi temellere dayanan yakın ilişkilerin kurulamaması, bireyin kendi kişiliğine uygun arkadaş ve eş seçememesi, iş hayatında başarısız olması veya iş arkadaşlarıyla ortak yönlerinin olmaması yalnız hissetmesine neden olmaktadır. Horney ise bireyin yakın ilişkiler kurduğu, birlikte yaşadığı, birlikte çalıştığı kişiler tarafından sevildiğini hissettiğinde, tek başına kalsa da yalnız hissetmeyeceğini belirtmektedir. Kişi eğer sevildiğini hissetmez ve reddedilmiş hissederse; bir tür yalnız kalma yeteneksizliği yaşayacak ve tek başına kalamayacaktır. Tek başınayken yaşadığı bu tedirginlik ve huzursuzluk, yalnız kalma korkusuna da dönüşebilmektedir.
Kendi başına olma kapasitesi
Winnicott’a göre duygusal gelişimdeki olgunluğun en önemli işaretlerinden biri, kendi başına olma kapasitesidir ve bunun için paradoksal olarak önce “annenin yanında bir bebek ve küçük bir çocuk olarak kendi başına olmak” gerektiğini öne sürmektedir. Bir iyi nesne, bireyin ruhsal gerçekliğinde bulunduğunda, kişi dış nesne ve uyaranların yokluğunda bile, geçici olarak doyumlu kalabilmektedir. Kendi başına olma, geçici olarak ve istenilen zaman oluşturulabildiği için; yaratıcı, sanatsal, bilimsel eserlerin ortaya çıkmasında yapıcı bir nitelik de taşımaktadır.